• https://www.facebook.com/bsgmedya@hotmail.com
  • https://www.twitter.com/bsgmedya@hotmail.com
Nihat KARALAR
bsgmedya@hotmail.com
HERKESİN BİR MASALI, HER MASALIN DA BİR KAHRAMANI VARDIR!
31/01/2016

Aslında yaşadıklarımız veya yaşayacaklarımızın  birer masal olduğunu söylersek, abartmış olmayız..

Her ne kadar yer ve zamanı ya da kahramanları değişse de sonuçları itibariyle birbirine benzeyen bir masaldır yaşadıklarımız..

Ve herkesin bir masalı ve her masalın farklı farklı kahramanları olsa da; her masal birbirine benzemektedir..

Kısacası; hepimiz bir geminin yolcuları/ bir masalın kahramanlarıyız..

Ve bugün anlatacağımız masalda çok farklı olaya ya da kahramana tanık olsak da, kendimizden bir şeyler bulur, kendimizi o masalın bir yerlerine koyabiliriz.

Anlatılanları dinlediğimiz de; ‘Aa benim masalıma ne kadar çok benziyor’ diye kendimizi alamadığımız olacaktır, hiç kuşkusuz..

Neyse, lafı uzatmadan;  

‘AAA..BİZİM ÜLKEYE NE KADAR  DA ÇOK BENZİYOR, DEĞİL Mİ?’ diyebileceğimiz, masalı anlatmaya başlayalım:

Anlatacağımız, masal aslında hepimizin çok iyi bildiği/ farkında olmadan kahramanı olduğumuz bir masaldır..

Ve bugün biz de bir masal anlatacağız..

Herkesin bildiği, kendinden birşeyleri bulduğu bir masal..

Ve masala geçmeden önce bazı anekdotlar verelim..

***

 SAHİ, BİZ NEREYE GİDİYORUZ?

14 Ağustos 2001 tarihinde ‘kadro partisi‘ iddiasıyla kurulan Adalet ve Kalkınma Partisi‘nin (AKP) 

geldiğimiz noktada bir kitle partisine dönüştüğünü söyleyebiliriz.

Kitle partisi olmasıyla birlikte giderek otoriteleşen bir yapıya dönüştüğü de görülen AKP, liderini Beştepe’ye çıkarmasıyla birlikte giderek daha da otoriteleşeceğinin sinyallerini vermeye başladı.

Hukuk tanımaz, kural tanımaz, kanun tanımaz ve giderek tek adam olma yolunda hızla ilerleyen 

Başbakanlığı da tartışılan Erdoğan’ın yarattığı korku imparatorluğu ile bugün ülkenin imparatoru olmak istediğini söyleyebiliriz.

13 yıldır ülkeyi yöneten bir yapının başı olan Sayın Erdoğan’ın ülkeyi tek başına yönetebilmek için, 

eline geçirdiği gücün de verdiği rahatlıkla, dün ‘BERABER YÜRÜDÜK BİZ BU YOLLARDA’

diye yola çıktığı yol arkadaşlarını siyaset dışı bırakacağının sinyallerini de verdi. 

Daha önce Hocası Erbakan’ın partisini bölerek, ayrı bir parti kuran Erdoğan, bir süre sonra Milli Görüş Gömleği’ni çıkarmıştı. 

Bugün ise kendisiyle birlikte yola çıkan başta Abdullah Gül olmak üzere bir çok arkadaşının 

üzerindeki AKP gömleğini çıkartarak, siyasetin dışına itme manevrasını gerçekleştirdiğini de not edebiliriz.

Her ne kadar, bugün medya AKP’deki bu derin krizi görmemezlikten gelse yaşananlar, tıpkı  güneşin balçıkla sıvanamayacağı gibi, gizlenemez/gizlenemiyor..

Medya neden sessiz?

Nasıl sessiz olmasınlar, O’nun sayesinde ayaktalar.(!)

O’ndan aldığı destekle medya sektörünün yüzde 90’ı ellerinde, geriye kalanların da çanağına ot 

tıkanması için ellerinden geleni fütursuzca yapmaktan geri kalmıyorlar.

Ne demişler; VEREN EL EMİR DE VERİR ya da ALAN EL, EMİR DE ALIR.. 

Şimdi birileri çıkıp, bir siyasi partinin iç işlerine karışma ve yaşananları eleştiri hakkını nereden 

buluyorsunuz? diye tepki gösterebilirler.. 

Ama bunu söyleyenler, muhalefet partileri CHP ve MHP’yi karıştırmak için günlerdir yapılan 

yayınları görmezden gelebilirler. Hatta bu yayınlarda duydukları asıllı-asılsız söylemleri, 

istedikleri gibi seslendirmekten de geri kalmazlar..

Adına da “demokratik eleştiri hakkı“nı kullanma derler. 

Nedense, bu hak; söz konusu iktidar partisi olunca, kuzuların sessizliğine dönüşmektedir. (!)

Çünkü, o iktidar partisi? 

Bizim ülkede muhalefet partilerini yerden yere vurma serbes, iktidara gelince cısss.. 

Hakkını yemeyelim, objektif gazetecilik yapanların başına neler geldiği çok biliniyor.

Bu konuda fazla söze gerek yok, sanırım..

Neyse konuyu daha fazla uzatmadan, bizim ülkeye benzeyen bir başka ülkenin fotoğrafına bakmaya 

çalışalım..

AAA..BİZİM ÜLKEYE NE KADAR DA ÇOK BENZİYOR, DEĞİL Mİ?

Dünya coğrafyasının bilmem hangi kıtasında olduğunu çoğumuzun bile tam olarak bilmediği 

bir ülkenin birinde yöneticiler, her gün üç posta televizyonlara çıkıp, ‘demokrasinin çok güzel 

bir rejim’ olduğu üzerine nutuk atıp, “demokrasi şöyle güzel, demokrasi böyle güzel” deyip 

duruyorlarmış.

Yalnız bu yöneticilerin bir kusuru varmış.

Hoş, o kadar kusur kadı kızında da olurmuş!

Neymiş, o ülkenin yöneticilerinin kusuru derseniz;

Dışarıdan bakınca tek parti yönetimi gibi görülürken, dikkatli bakıldığında parçalı-bulutlu olduğu 

hemencecik dikkat çekiyormuş.

Hal böyle olunca; zaman zaman birinin ak dediğine, diğeri kara, diğerinin ‘Avrupa Birliği’ dediğine, 

bir diğeri ‘İslam Ülkelerinin Birliği’ diyormuş.

Anlayacağınız; hiç bir konuda aralarında fikir birliği yokmuş. 

Bir de üstüne üstlük; toplumun bir çok kurum ve kuruluşu ile de kavga etmekten kendilerini 

alamıyorlarmış.

İçlerinden bazıları bir gün muhafazakârız derken, bir başka gün milliyetçilere göz kırpıyor, bazen de 

‘biz gömleğimizi çıkardık’ diye ortalıkta fink atıyormuş. 

Ama gel ki; hepsinin başındaki kendince başkomutan edasıyla, sağa sola emirler yağdıranı ise, birgün 

kameraların karşısına çıkarak ‘en sosyal demokrat parti biziz’ deyivermiş...

Bu sözleri duyan ülke halkı, birbirine bakıp; ‘acaba biz yanlış mı duyuyoruz’ demeye başlamışlar. 

Sonunda anlamışlar ki, söylenenler harfi harfine duydukları gibiymiş.

(Bu arada küçük dilini yutanlar da olduğu, yutmayanların da söylenenlere gülüp geçtiği 

söyleniyor.) 

Aslında söylenenler, o ülke halkı için ne ilk, ne de son olacaktır. Çünkü yıllardır bu tür konuşmaları 

sık sık dinlemek zorunda kalmıştır. 

Ve o günden sonra da şimdiki liderleri sık sık ekranlara çıkıp her konuda nutuk çekmeye başlamış...

TV’lerinin başında kuzu kuzu pardon, pür dikkat demokrasi nutkunu dinleyen ülke halkı, bu sözler 

karşısında bir süre birbirlerine bakacak olmuş, böyle bir olanakları olmadığı için, ancak aile bireyleri 

birbirleriyle bakışıp, başbakanlarının ne demek istediğini çözmeye çalışmışlar, ama nafile. 

Aslında liderleri, bunu sık sık yaparmış da, o güne kadar hiç kimse pek dikkate almamış.

Daha doğrusu farkına varamamışlar, ne olduysa, o günden sonra olmuş.

Bu günlerce hatta aylarca, sürüp gitmiş...

Ve o günden sonra başbakan konuşmuş, halk dinlemiş; halk dinledikçe de o konuşmuş. 

Bakmış ülke halkı, kendini kuzu kuzu pardon! pür dikkat dinliyor, işi daha ileri götürerek ayda bir 

yayımlanacak ‘Milletimize Seslenişim’ adlı bir program hazırlatarak, icraatlarını anlatmaya başlamış.

Ve o gün bugündür, ‘seçim günü’nü bekleyen ülke halkı, ‘Yöneticiler yıllarca bizi demokrasi 

masalıyla uyuttular, hele şu sandık bir kurulsun, o zaman biz de onlara ne masallar anlatacağız’

diye konuşuyorlarmış.

(Ama nedense, kurulan sandıkta yine oylarını başbakanın partisine vermişler. 

Acaba, gazozlarına her seferinde birileri ilaç mı katıyor, çözemedim bir türlü..)

Duyduğumuza göre; öyle güzel masal örnekleri yaratmışlar ki; yıllardır kendilerini ‘demokrasi 

nutukları’ ile uyutan yöneticilerine çok güzel bir ders vereceklermiş.

Her ne kadar o ülkenin halkı öyle dese de ben yine bu sözlerini yerine getireceklerine inanmıyorum. 

Çünkü, öyle olsaydı, yıllarca enselerinde boza bişirenlere iktidar koltuklarını törenle sunarlar mıydı.

Yine de belki bu kez akıllanmışlardır deyip, o günü dört gözle bekleyeceğim. 

Aslında o ülkenin başına gelenleri öğrendikçe, insanın ‘Aa, bizim ülkeye ne kadar da çok benziyor”

diyesi geliyor.

“Yok yok olamaz” deyip, vazgeçiyorum.

Ama içimde yine de bir kuşku var: 

-Evet, evet tıp kı bizim ülke gibi.. 

-Yok yok, değil.. 

-Yok yok asla olamaz!

-Olabilir de olamaz da!

-Sizi bilmem ama benim kafam hayli karıştı!

Neyse lafı fazla uzatmadan; ‘ülke ülkeye benzer’ diye noktalayalım..

 ***

BİR ANEKDOT:
SANATÇILAR  UNUTULMAZ.. YA KRALLAR?

Nazım Hikmet'in yaşadığı bir anı...

Nazım Hikmet'in Bursa Cezaevi'nde tutsaklık günleri.

Koğuş arkadaşlarını okumaya yazmaya yönlendiren Nazım, aynı zamanda cezaevi yönetimine de

yardım etmektedir.

Cezaevi denetimine Adalet Bakanlığı'ndan bir müfettiş gelir.

Bir kaç gün denetim yaptıktan sonra müdüre:

"Nazım da buradaymış, çağır da görelim nasıl biridir?" der.

Nazım’ı odaya getirirler.

Müdür koltuğuna iyice kurulan müfettiş Nazım'ı tepeden tırnağa süzer ve:

"Demek Nazım sizsiniz." der.

Nazım'a oturması için yer göstermez.

Kısa bir konuşma sonrası, "Gidebilirsiniz." der.

Nazım tam kapıdan çıkarken durur ve müfettişe:

"Ömer Hayyam adını duydunuz mu?" diye sorar.

Müfettiş hemen atılır:

"Kim duymaz Hayyam'ı."

Nazım: ''Hayyam zamanında İran hükümdarı kimdi?" diye sorar.

Müfettiş şaşırır.

Nazım konuşmasını sürdürür;

"Görüyorsunuz sanatçıyı anımsadınız ama hükümdarı anımsamadınız. Yıllar sonra beni dünya

anımsayacak ama dönemin Adalet Bakanı'nı ve sizi kimse anımsamayacak." der çıkar.

Müfettiş yaptığı yanlışı anlar, Nazım'ı geri çağırır ama Nazım koğuşunun yolunu tutmuştur.

Sahi, o dönemin Adalet Bakanı kimdi?



3149 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

DEĞİŞİME DİRENEN(LER) HEP KAYBEDER! - 13/06/2017
Sizce değişim nedir? Değişim denilince, aklınıza bulunduğunuz durumdan farklı bir konuma yönelmek mi , yoksa başka bir deyimle 360 derece değişmek mi gelir.
TÜRKİYE'DE AYDIN OLMAK ve UĞUR MUMCU - 22/01/2017
Türkiye’de aydın olmak, hele de yazar olmak.. Daha doğrusu düşünüyor olmak çok zor ve tehlikelidir.. Hele de son günlerde nasıl zor olduğu daha net görüldü..
‘NESLİ TÜKENMİŞ KELAYNAK KUŞLARI’ GİBİYİZ! - 08/01/2017
Hasbelkader yerel ölçekte yazmaya çalışan bizim gibi yazar taifesi (onca yazarın çizerin bol olduğu bir kentte bizi de yazar takımına dahil ederlerse) olarak, doluya boşa yazarız.
YİNE FACİA..YİNE ACI VE GÖZYAŞI! - 01/12/2016
Hani bizim camiada yazı karalayanlar arasında bir genel anlayış vardır:
‘SÜTTEN ÇIKMIŞ AK KAŞIK’ DEĞİLİZ, HİÇ BİRİMİZ! - 17/11/2016
Sizce, insan kendi kendini aldatabilir mi? Zaman zaman kendi iç dünyamda bir yolculuğa çıkar, adeta kendimi bir savcı titizliğiyle sorgulamaya, yargılamaya çalışır ve kendime hep bu soruyu sorarım.
HAYATIMIZ OLDU TELE-VOLE! - 16/11/2016
Son yıllarda özellikle de özel televizyonların hayatımıza girmesiyle birlikte adeta ‘televole toplumu’ olduğumuz gerçeğini görmezden gelemeyiz.
SAHİ, HAYATIN RENGİ VAR MIDIR? - 15/11/2016
Neyse konuyu iyice dağıtmadan, saadete yani asıl konumuza gelelim. Biliyorum, havaların hayli soğuyacağı ve giderek de çekilmez bir hal alan şu günlerde böyle sıkıcı konular da çekilmez ya!..
36 YILDÖNÜMÜNDE BİR '12 EYLÜL' ANISI... - 12/09/2016
36 YILDÖNÜMÜNDE BİR 12 EYLÜL ANISI... Bugün 12 Eylül.. Binlerce yurdum insanının zindanlara doldurulduğu, onlarca hatta yüzlerce insanımızın işkencelerle öldürüldüğü, henüz 17 yaşında olan Erdal Eren’in yaşı büyütülerek darağacına çekildiği,...
ORTADOĞU'DA KUYUYA TAŞI KİM ATMIŞTI? - 10/07/2016
Son günlerde sınır komşumuz, (hoş, iktidarın dış politikası sonucu ortada komşumuz diyebileceğimiz bir ülkede kalmadı ya) Suriye ve Irak’taki sıcak gelişmeler nedeniyle hızla büyük bir karamsarlık dehlizine doğru sürüklendik/sürükleniyoruz.
 Devamı

İÇİŞLERİ BAKANLIĞI

BİR KİTAP