• https://www.facebook.com/bsgmedya@hotmail.com
  • https://www.twitter.com/bsgmedya@hotmail.com
Müslim TUNABOYLU
bsgmedya@hotmail.com
KÖY ENSTİTÜLERİNİ TANIYALIM
17/08/2016

 

07 Temmuz 2012/M.Tunaboylu Yazıları (6)


Günümüzden 76 yıl önce 17 Nisan 1940’da TBMM‘nin kabul ettiği bir yasa ile ülkenin 21 yerinde kurulan eğitim ve öğretime açılan Köy Enstitüleri,10 yıllık bir süreç içersinde ülkesine 17 bin 431 erkek, 1.390 kız, toplam 18 bin 839 öğretmen, 8 bin 675 eğitmen 1.599 sağlık memuru yetiştirmişti.
Ülke nüfusunun yüzde 80 köylü yani çiftçi idi. Lozan Barışı ile çizilen ülke sınırları içersinde 40 bin köy bir o kadar da olduğu tahmin edilen mezralar bulunuyordu. Bu nüfusun 1928 ‘de gerçekleştirilen Harf Devrimi ile okur-yazar olmayan insanımız kısa sürede okuryazar hale getirilecekti. Bu bir zorunluluktu. Ülkedeki aydınlar nüfusun ancak kentsel alanda bulunan halka gördükleri eğitim ve öğrenimi ulaştırma olanağı bulmuş, kırsal alandaki insanlar kendi kaderleri ile baş başa bırakılmışlardı. Köylerde okur-yazar bulmak adeta bir mucize idi. Devlet atlı tahsildarları ile köylerden, arazi, hayvan, yol dolaylı olarak çeşitli ürünleri içeren vergileri topluyordu. Köylünün devlete yaptığı maddi katkı yani vergilerin tümünü içeren vergi makbuzlarını evin bir köşesinde duvara çakılmış koca bir çivide takılı olarak görmek ya da bulmak mümkündü. İnsanlar tekrar ödeme yapmamak için kendilerine verilen belgeleri çok iyi saklıyorlardı. Beyaz renkte olan bu vergi makbuzları her yılın yaz mevsiminde sineklerin konakladıkları yer ya da lavaboları oluyordu.

ANADOLU BOZKIRINDAKİ AÇAN ÇİÇEKLER..
Anadolu Bozkırındaki insanımızın çağlar boyu yaşam koşulları babadan oğula intikal eder şekilde süre gelmiştir. Önce nüfusça kalabalık olan yerleşim birimlerine okullar yapılmaya başlanmış, buralarda yöre köylerin çocuklarının da eğitim-öğretim yapmalarına olanak sağlanmıştı. Cumhuriyet dönemine kadar kırsal alandan orta ve yüksek öğretim gören çocukların ekonomik durumu yüksek düzeyde olan bölünmüş ailelerin çocukları olarak görülür. Bugün bazı yerleşim birimlerinde yükselen saat kuleleri, akarsular üzerine kurulmuş köprüler ile cami ve medreseleri görmek mümkündür. Kırsal alandan çıkıp ülkesine yararlı olabilen insanların kazanımlarının büyük bir bölümünü yine kırsal alana kaydırmış olmaları takdire şayandır. Onlara zaman zaman bakıp yerli yada yabancı turizmin akar getirdiği yapıtlar olarak görürüz.

Kısaca kırsal alan insanının   arasından çıkardığı aydınlara zorunlu olarak gerek duyduklarını görmekteyiz.
***
Cumhuriyet Dönemi ile birlikte kırsal alandaki okuryazar ve okullaşma oranının nasıl artırılabileceği konusunda atılımlar gerekiyordu. İnsanların cahillikten kurtarılması en önde gelen görevlerden biriydi. Atatürk’ün direktifi ile ülke düzeyinde yeni yönetime destek verecek eğitim ve öğretim kurumlarına ihtiyaç vardı. Askerliğini çavuş ve onbaşı ile tamamlamış başarılı ve becerili insanlar 6 aylık kurslardan geçirilerek eğitmen olarak köylere gönderilmeye başlandı. Ankara’ya ulaşan başarı raporları sonunda köy çocuklarından oluşan öğrencilerin KÖY ENSTİTÜLERİ’nde beş yıllık bir eğitim ve öğretimden sonra köylere öğretmen olarak gönderilmesi planlanır.
Köy Enstitüleri açılırken, ihtiyaç duyulan derslik, yatakhane, spor salonları, çeşitli ders araçları yoktu. İkinci Dünya Savaşı inanılmaz hızıyla sürerken, yönetim tehlikeyi ustaca uzaklaştırmasını bilmiş, ancak silah altına aldığı gençleri ülkenin savunmasını sağlayacak bir düzeye getirilmesi için olanakların  oldukça zorlandığı görülmektedir. Köy Enstitülerine köy okullarından diplomalı olanların alındığını, yönetmeliğin giderek delindiğini, köy çocuklarının  kontenjanlarına  şehir okullarından mezun olan çocukların da eklendiğini görmek mümkün.

***

AYAK BASTIĞIMIZ İLK GÜNLER..
Size şimdi Köy Enstitüsüne ayak bastığım ikinci gün sabahın erken saatlerinde neleri yaşadım. Umarım sizde bir an benimle birlikte yaşamaya çalışın.
Okul sahasına girmeden önce on kişilik öğrenci grubu iki nöbetçi öğrenci tarafından durduruldu. Ellerimizde teneke ile kaplı bavullarla ikişer sıra haline getirildik. Önde nöbetçi arkada biz uygun adımlarla olmasa da bir süre yürüdükten sonra o zaman ki gözümüze göre büyükçe bir binanın  kapısı önünde durduk. Orada bulunan birkaç görevli öğrenci tarafından elimize büyükçe torbalar verildi. Torbanın iple sıkı sıkıya ağzının bağlandığını gördüm. Düğümler çözüldü, içersinde pamuk dokumadan dikilmiş beyaz pantolon ve ceket ile birlikte iki kat iç çamaşırı. Üzerimizden çıkardıklarımızı torbaya koyup bağladığımızı hatırlıyorum. Okuldaki tüm öğrenciler tek tip elbiseleri giymişlerdi. Yamalıklı pantolonumu torbaya yerleştirdiğim o anı inanın unutamıyorum.
Bizden önce okula gelen arkadaşlar sardı etrafımızı. Mevsim yaz, ay Ağustos’tu. Gölgelik yapan yapraklı ağaçların gölgesinde arkadaşlarla bavullardan çıkarılan yiyecekler tüketilirken, karşılıklı sohbet akşam yemeği saatine dek sürdü.
Akşam yatakhanelere girdik, yatağımız nöbetçi öğrenciler tarafından gösterildi. Yatakhanede karyola yoktu, tahtalardan yapılmış iki katlı ranzalar vardı. Yatağımız yumuşaktı acaba içersinde ne var diye söylendiğimizde pamuktur sözünü duydum. İlk gün yumuşak bir yatakta yatmanın mutluluğu vardı bizde.
Sabah erkenden dan, dan, dan diye öten bir ses duydum. Arkadaşlara sordum bu nedir diye.  Onun adı kampana dediler. Cihaz kamyon kampanasından ibaretti. Yanında kocaman uzunca bir demir çubuk var. Bu çubuğu kampanaya vurdukça çok güçlü ses çıkıyor. Yaklaşık birkaç kilometreden kampananın sesi rahatlıkla duyuluyor.
Acele giyindik elimizi yüzümüzü yıkamaya dışarı çıktık. Uzuncu bir borunun iki tarafına katılmış su musluklarından sular akıyor, el yüz yıkaması burada yapılıyordu. Yeni düzene alışacaktık.

***

GÖRDÜKLERİMİZ ÇOĞUNLUKLA İLKLERDİ.
Yemekhane önünde yaklaşık bin öğrenci sınıflara göre sıra olmuştu. Yemekhaneye önce büyük sınıflar alınıyordu. En sonra yemek yemeğe yemekhaneye biz on arkadaş girdik. Tüm masalar dolmuş biz on arkadaş son masanın etrafına dağıldık. Masa ortasında bulunan temiz on adet alüminyum bardaklara yine alüminyum demlik içersindeki çaydan bize düşenini doldurduk. Çayın şekeri mutfakta  kararlaştırılmıştı. Biz kahvaltımıza yeni başlamıştık ki, büyük sınıflar çoktan çaylarını içmişler dışarı çıkıyorlardı. Sabah kahvaltısında bize 300 gramlık ekmeğin dörtte biri düşüyordu.
Yemekhane çıkışı topluca yapımına yeni başlanın bir inşaatın karşısında tek sıra saf dizildik. Üzerinde beyaz giysileri olan bir yönetici düdüğünü öttürerek ustalar öne çıksın dedi. Ustalar dediği  kişiler öğrencilerdi. Daha sonra harççılar, gecgereciler, tuğlacılar sözcükleri kullanıldı. Benim gibi küçük olanlar tuğlacılar grubundaydı. Tahta semerlere doldurduğumuz tuğlaları inşaattaki ustaların yanına taşıyorduk. Öğle tatiline dek tuğla taşıma işimiz sürdü İlk gün bizi karşılayan tuğla taşıma eylemini yadırgadığımı söyleyemem. İnşaatta kullanılan tuğlalar, kireç, harç gibi malzemeler ham maddeden öğrencilerle kullanılır hale getiriliyordu. Tuğlalar okula birkaç kilometre uzaklıktaki tuğla ocaklarında imal ediliyordu. Burada öğrenciler çadırda bir hafta onbeş gün sıra ile nöbet tutarak tuğla üretiyorlardı.  Aramızda bulunan arkadaşların bazıları böyle çalışmaya alışık olmadıkları için  okulu geri kaçarak köylerine dönmüşlerdi. Benim köyde aile fertlerinden başka  hiç bir gelir getirecek kaynağım yoktu. Birlikte kaçmayı istediler ancak ben onların görüşlerine katılmadım. Onlar bir hafta sonra ancak köye ulaşabilmişlerdi. Kaçak öğrenci arkadaşlarından birkaç tanesi bir yıl sonra yine okula gelmişlerdi.
Tuğla çekim işlemi tamamlanmış, binanın tabanlarına mozaik dökülüyordu. Mozaik işlemini gerçekleştirmek öyle kolay değildi. Boyumuz küçük olduğu için bu işe de bizi ayırdılar. Sabun büyüklüğündeki mozaik düzleme taşını saatlerce ıslatılmış beton üzerinde sürüp duruyorduk. Ellerimiz şişmiş  tombullaşmıştı. Uzaktan görenler bizim kilo aldığımızı söyleyerek espriler yaparlardı.
Mevsimin yaz olduğunu söylemiştim. Enstitü arazisinde bazı sınıflar çalışıyor, çeşitli sebze yetiştiriyorlardı. Yetiştirilen sebzenin başında kabak geliyordu. Mutfakta iki öğün kabak pişiriliyordu. Kısaca biz kabak yemeğinden bıkmıştık. Sorunu kime açmalıydık. Acaba ters bir tepki  alır mı idik gibi sözcükleri geçirdik kendi kendimize. Bir arkadaş sorunu müdür babaya götürelim dedi.

Nasıl ?

 A4’ün dörtte biri büyüklüğündeki kağıda ÖĞLE KABAK AKŞAM KABAK MÜDÜR BEY BUNUN BİR ÇARESİNE BAK yazdık.

Müdür sabah gelmezden önce kapısına bir iğne ile tutturduk. Sorunumuzu müdüre ulaştırdığımız için sevinçliydik. Ertesi gün sabah toplantısında okul müdürü olayı anlatarak önerinizi okudum çocuklar.

‘Bundan böyle kabak yemeği devam edecek ancak günde bir kez’ dedi. Kendin yap kendin işlet sonra devret modeli gibi bizde kendimiz yetiştirip kendimiz tüketeceğiz fazlasını da satacağız dedi.

Müdür esprimizi çok beğenmiş, hatta ‘sizinle iftihar ediyorum’ demişti.

Devletin o dönemdeki ekonomik durumunu da anlatan okul müdürü, ‘sizler geleceğimizi aydınlatan mumlar olacaksınız, çok zor koşullarda da olsak bu tür bir gelişmeye mecburuz, kalkınma durup dururken olmuyor.’ şeklinde ekonomik durumumuzu açıklamaya çalışmıştı.

***

HASAN ALİ YÜCEL VE İSMAİL HAKKI TONGUÇ İLE GÖRÜŞME OLANAĞI

Beş yıllık bir dönemde birer kez olmak üzere Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’i ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’u yakından görerek görüşme olanağım oldu. Okulun Cumhuriyet Meydanı’nda toplu halde üçer kişiden oluşan saf bir şekilde dört yandan bir kare biçiminde dizilmiştik meydana. Yücel’i öğrencileri teftiş ederken görmüş oldum. Özel bir giysisi vardı üzerinde. Bizi müşfik bir davranış içersinde incelediğine tanık oldum.
Köy Enstitüsü’nde üçüncü yılımızdı. Kültür çalışmaları dışında tarım ve inşaat çalışmaları sürüyordu. Bizim sınıfa tek katlı  kapladığı alan yüz metre kareden büyüktü. Okul yönetimi bu binayı bitirdiğinizde yıllık izine gideceksiniz dedi. Bir hafta içinde binanın yapımı tamamlandı. Gerekli sıva işlemi yapılırken okula İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç geldi. Öğretmenler Lokali bitişiğindeki ağaçların gölgesinde öğle sıcağında Okul Müdürü Ali Doğan Turan ile birlikte dinleniyorlardı. Mecitözü Kastamonu Gölköy Enstitüsü’ne öğrenci gönderiyordu. Bu arada Kastamonu Gölköy Enstitüsü’ne Çankırı, Çorum, Zonguldak, Sinop illeri bağlıydı. Gölköy’den izine gelirken yaklaşık 30 lira masrafımız oluyordu. Halbuki Mecitözü’ne çok yakın olan Ladik-Akpınar Köy Enstitüsü’ne gidiş için yalnız 8 lira yetiyordu. Yaklaşık 20 lira gidip gelme için yetiyordu. Aradaki fark bir hayli kabarıktı çoğu kez yıllık izine bile gitmemiz zorlaşıyordu. Arkadaşlar sorunu içeren bir dilekçe yazdılar, bana da bu dilekçeyi götür İsmail Hakkı Tonguç’a uzat dediler. Bu grupta en küçük öğrencilerdendim. Arkadaşları kırmadım. Bana zarar gelse de bu işi yapmalıydım diye geçirdim içimden. Elime aldığım dilekçeyi ceketimin düğmesini iliklemiş olarak uzattım. Tonguç dilekçeyi okurken okul müdürü sarardı, kızardı kendisini şikayet ettiğimi sandı. Dilekçeyi Okul Müdürüne uzatan Tonguç; ‘Çocuklar çok haklı izine ayrılsınlar, izin bittiğinde de Akpınar Köy Enstitüsü’ne gitsinler.’ Ben dilekçe verdiğimizde 3.sınıfta idim. 4.sınıfta olanlarda vardı. Benim gibi olanlar iki, dördüncü sınıfta olanlar Akpınar’da bir yıl öğrenim göreceklerdi. Bizimle birlikte onlar da çok sevindiler.

***
NERELERDE KÖY ENSTİTÜSÜ KURULMUŞTU?
Köy Enstitüleri’nin ikinci mimarı olan İsmail Hakkı Tonguç’un saptamasına göre; bu kurumlar ülkenin nerelerinde kurulmuştu.
Kepirtepe  K.E. Lüleburgaz,

Arifiye  K.E. Adapazarı’nda,

Savaştepe K.E.Balıkesir’de,

Kızılçullu K.E.İzmir,

Ortaklar K.E. Aydın’da,

Gönen K.E. İsparta’da,

Aksu. K.E.Antalya’da,

İvriz K.E.Konya’da,

Çifteler K.E.Eskişehir’de,

Gölköy K.E.Kastamonu’da,

Akpınar K.E.Ladik’te,

Pamukpınar K.E.Yıldızeli’nde,

Pazarören K.E.Pınarbaşı’nda,

Hasanoğlan K.E.Ankara’da,

Düziçi K.E.Adana Bahçe’de,

Akçadağ K.E.Malatya’da,

Beşikdüzü K.E.Vakfıkebir Trabzon’da,

Cılavuz K.E.Kars’da,

Pulur K.E.Erzurum’da,

Dicle K.E.Ergani-Diyarbakır’da.

Anılan bu kurumlarda Tonguç’a göre 16 bindir.

Bunların 15 bin 400 öğretmen geri kalanları ise sağlık memuru olmuşlardır.
***

ÖĞRENCİLER HANGİ BECERİLERİ EDİNİYORLARDI?
Köy Enstitüleri’nin en büyük sıkıntısını çeken kişi olarak İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç, bu eğitim yuvalarında öğrencilerin hangi becerileri edindiklerini kendi saptamalarından birlikte izleyelim.
En çetin şartlar içinde Köy Enstitüleri’nden birini kurup işleten müdür, 1200’den fazla öğrencisi bulunan bu kültür kurumunda yaratılan yeni hayatı şöyle anlatır;

”Kirizma yapanlar ,at, davar, sığır, sürüleri güdenler,

hayvanlara bakanlar, sirke, yoğurt, peynir yapanlar,

makarna, tarhana, bulgur, turşu hazırlayanlar,

araba sürenler, duvar örenler, bina kuranlar,

taş yontanlar, beton dökenler, sıva sıvayanlar,

tuğla pişirenler, kerpiç dökenler, çatı kuranlar,

plan çizenler, keşif name tanzim edenler,

kooperatif işletenler, demir dövenler, kaynak yapanlar,

tahtayı ve çeşitli maddeleri esere çevirenler,

bağ dikenler, orman ve bahçe kuranlar,

ata, bisiklete binenler, motosiklet, traktör kullananlar ,

türkü söyleyenler, mandolin, saz çalanlar, okuyanlar,

şiir yazanlar, kendi hazırladığı temsili sahneye koyanlar,

milli oyunlar oynayanlar, kitap ciltleyenler, resim çekenler,

sepet, kazak örenler, resim yapanlar, kazak örenler,

 resim yapanlar, makine ile çorap işleyenler,

iplik bükenler, kumaş, bez, çarşaf, örtü dokuyanlar,

çamaşır, elbise dikenler, nakış yapanlar,

milli nakışların örneğini alanlar, deri pişirenler,

pulluk ve traktörle tarla sürenler, nadas yapanlar,

tohum ekenler, orakla, elle, biçer döverle veya orak makinesiyle ekin biçenler,

çeşitli aletlerle harman yapanlar, mahsulü ambarlara taşıyanlar,

yüzlerce hayvanın kışlığını hazırlayanlar, köprü kuranlar,

yol yapanlar, kanal açanlar, fizik-kimya-biyoloji,

çocuk ve iş psikolojisi, ekonomi, kooperatifçilik okuyanlar,

ders okutanlar, köy etüdleri yazanlar,

motor, türbin, değirmen çalıştıranlar, hasta arkadaşlarına bakanlar,

kütüphane açanlar, memleket mesele ve davalarını konuşanlar,

radyo dinleyenler, dünya olaylarına dair fikir söyleyenler,

kuru toprakların derinliklerinde su arayanlar..

Kısaca söylemek gerekirse bir gaye, bir fikir ve bir duygu içinde toplanmış yüzlerce neşeli, kararlı,azimli, ve aydın…



1106 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

YENİ YILI KARŞILAMAYA HAZIRLANIRKEN/SON YAZISI - 27/12/2020
Yazarımız Müslim Tunaboylu, 2020 yılının son yazısını kaleme alırken, yaşamının son yazısını yazmış.. Özlemle anacağız
YAŞADIKÇA YAŞANANLAR: 1930’LI YILLARDAN BİR ANI… - 23/07/2017
Alışık olmadığım bir tümce ile siz okurlarıma geçmiş ile ilgili bazı olayları anımsatmak istiyorum. Beni anlayacağınızı umut ederek yaşamdan kesitleri sıralamaya başlamak istiyorum.
TEKERLEĞİN GÜCÜ VE ÖZGÜRLÜKLER - 18/10/2016
İnsanoğlunun dünyayı tanıması öyle kolay olmamıştır. Yazımın başlığında belirttiğim ‘tekerlek’ insanoğlunun en önde gelen yardımcısı olmuştur.
MÜSLÜM TUNABOYLU’NUN HATIRALARI - 25/08/2016
Müslüm Tunaboylu, 1932 yılında Bulgaristan’ın Şumnu İl’ine bağlı Yenipazar İlçesi’nin Söğütlü Köyü’nde dünyaya geldi. Babası çiftçilikle uğraşıyordu.
'YAŞADIKÇA YAŞANANLAR' DEMİRYOLU-HAVAALANI - 22/08/2016
Avrupa'dan Anadolu'ya göç edişimizde bizi İstanbul Tuzla’dan Amasya'ya kadar taşıyan demir rayların üzerindeki güç çok ilgimizi çekmişti.
‘YAŞADIKÇA YAŞANANLAR’ UNUTULMAYAN GÜNLERİMİZ - 22/08/2016
Unutulmayan sayısız günlerimiz vardır. Onların bazılarını gereğince değerlendirir, geleceğe devrederiz. Ama bunun yanında bazı günleri nedense unuturuz.
OLAYLAR VE İNSANLAR - 21/08/2016
Bugün sizinle çok değişik bir gezinti yapmak istiyorum. Okurlarımın benimle gezinti yapmalarını istemek bir bakıma uygun gözükmeyebilir.
KÖY ENSTİTÜLERİ VE TUĞLACILAR - 21/08/2016
Günümüzden 71 yıl önce ülkenin 21 yerinde Köy Enstitüleri adı altında eğitim ve öğretim kurumları oluşturuldu. Çorum’da merkezi Kastamonu olan Gölköy Enstitüsü sahasına alınmıştı.
TEKNOLOJİYE NEDEN AYAK UYDURAMIYORUZ? - 21/08/2016
Günümüzün kuşağı her nedense gelişen teknolojiye rağmen bürokrasiden vatandaşı kurtaramıyor ya da kurtarmak istemiyor. Bu sorumuza bürokrasinin her kademesinde görev alanlar yanıt verebilirler
 Devamı

İÇİŞLERİ BAKANLIĞI

BİR KİTAP